“…Hm?”, kız boynunu yana eğdi.
“…Hm? Hm? Hm?”, Junko Enoshima boynunu asaletle yana eğdi.
“Hmmmmm… Geri gelmem falan çok iyi oldu, tamam da… neler oluyor burada?”
Çömelmiş halde durduğu yerden salınarak ayağa kalktı. Tam da gözlerinin önünde bir şey vardı. Bir insan cesedi. Bir adam, boynu ve kolları garip bir şekilde bükülmüştü.
“Um… Hadi bakalım. Bu adam… ” Büyük bir olayı çözmek üzere olan usta bir dedektif gibi poz vererek elini çenesine götürdü, ve gözlerini sımsıkı kapadı. Kısa sürelik bir kararsızlıktan sonra, Junko Enoshima aniden sesini sevinçle yükseltti. “Ah, hatırlıyorum! Doğru, doğru, adı Madarai’ydi! Bu arada, ne kadar da şapşalım… az önce öldürdüğüm kişinin adını unutmak… Umarım o kızın unutkanlığı bulaşıcı değildir. Şaka şaka! Aha! Ahahahahaha!”
Enoshima’nın kahkahası gecenin karanlığında yankılandı, ve sanki o karanlığı bile bastırdı. Sanki orada ondan birkaç tane vardı, ve koro halinde kahkaha atıyorlardı.
Ama, hemen sonra, kahkahası sona erdi. Sanki kahkaha atmaktan yorulmuş gibi yüzü düştü.
“Şimdi bir de kayıp olan diğer ceset problemi var… Cidden o yaşlı bunak nereye kayboldu acaba…?”
Aniden, tekrardan kahkaha atmaya başladı. Yüzünde büyük bir gülümseme vardı, sanki şimdi de bir anda somurtkanlıktan bıkmış gibi.
“Yani, nereye kaybolduğunun çok da bir önemi yok gerçi, değil mi? Upupu, ben plan planlamakta umutsuzluk-tetiklercesine harikayım!”
Deklaresi sona erdiği an, yüzü tekrar asıldı.
“Ama, planlarının her seferinde başarılı olması da sıkıcı oluyor… Bu kimin hatası? Acaba biri sorumluluk alacak mı artık?”
Yüz ifadesi ağzından çıkan her cümleyle farklı bir hal alıyordu, ve hiçbiri de yapmacık değildi. Her seferinde gerçek hislerini yansıtıyordu. Umutsuzluk-tetikleyen kaprislilik – bu kız tam olarak bundan ibaretti.
“Süper Liseli Umutsuzluk”, Junko Enoshima.
Yüzündeki ifade halen asık iken, Enoshima Madarai’nin ölü bedenine doğru hızla yanaştı. “Bu senin suçun, biliyorsun. Al işte!” Ayağının ucuyla Madarai’nin gövdesini dürttü. “Hey, bir şeyler söyle! Bir insan nasıl olur da bu kadar kolay ölebilir?! En azından planlarımı bozmaya çalışmak için az da olsa çaba sarf etmeliydin! Nasıl böyle bir şeyden umutsuzluğa düşebilirim ki?!”
Tam o noktada, aniden sesini değiştirdi. ” A… Acıyor! Özür dileriiiiimmmm!”, şu an ölü olan Madarai’nin sesini taklit etti, sanki hastalıklı bir vantrilok gösterisi sunuyordu. “Enoshima-sama! Lütfen beni affedin!” Bir taraftan aşırı-dramatik, gülünç sesiyle konuşurken bir taraftan da cesedi tekmelemeye devam etti. Cesedin ağzından koyu-kırmızı sıvılar aktı. “İntihar edip tövbe edeceğim, lütfen beni affedin!”
Enoshima normal sesine geri döndü. “Ama bunu yapamazsın! Sen zaten ölüsün!” Espirisinin en can alıcı cümlesini söyledikten sonra, Madarai’nin yüzüne sertçe bastı.
Şlaps. Bir şeyin çatırdadığına dair kalın tok bis ses havada yankılandı.
“Upupupupupupupupupupupupupu!”
Enoshima yüksek sesle hoyrat bir kahkaha patlattı, sanki tek kişilik gösterisi hayatında gördüğü en komik şeymiş gibi.
Buna rağmen, bir süre sonra ondan da bıktı, ve yüzündeki ifade tekrardan orijinal haline geri döndü.
“Pekala… Sanırım şu acınası kız kardeşimi arayıp buradaki temizlik işlerini bir an önce halletmesini istemem gerek.”
— İlk olarak, bu pis cesedin icabına baktıracağım.
— Daha sonra, kulubenin içini de temizlemesi gerekecek.
“Ve en sonunda, Ryouko Otonashi-chan’ı çok sevgili erkek arkadaşına götüreceğim, ve buradaki işim bitmiş olacak!”
Acilen halledilmesi gereken planlarını kendisine onaylayan Enoshima sanki komik bir şey hatırlamış gibi tekrar kahkaha atmaya başladı.
“Upupupupupupupupupupupupupu!!”
Gökyüzüne bakıp kollarını iki yana açarak yine hoyrat ve görkemli bir şekilde kahkaha attı. Acımasız, tüyler ürpertici tiz kahkahası gecenin karanlığında yankılandı. Kahkasında ne bir ahenk, ne bir gereksinim ne de bir acıma duygusu vardı.
Bu tam anlamıyla “Süper Liseli Umutsuzluk” Junko Enoshima’ydı.